10 Mart 2014 Pazartesi

BİLKENT SENFONİ ORKESTRASI - Dünya Kadınlar Günü Özel Konseri


BİLKENT SENFONİ ORKESTRASI  - Dünya Kadınlar Günü Özel Konseri
8 Mart 2014 - Ankara

Sef: Işın Metin  Soprano :  Selva Erdener  Mezzo-soprano : Asude Karayavuz    Kanun: Ahmet Baran

 Atilla İlhan’ın “Ben Sana Mecburum” şiirinden Hasan Uçarsu’nun orkestraya uyarladığı bu eseri Mezzo-Soprano Asube Karayavuz seslendirdi. Biraz zorlama bir uyarlama olmuş.  Şiir olarak dinlemeyi tercih ederim.
İkinci bölümde muhteşem bir soprano vardı. Selva Erdener’i daha önce de Resim Heykel salonunda dinlemiştik. Gene muhteşemdi.

Turgay Erdener’in Turkuaz Şarkılar adını verdiği uyarlamalar serisinden çok güzel parçaları seslendirdi. Kanunu ile Ahmet Baran’da orkestraya eşlik etti. Dinlemeye doyamadık. 4 kere bis yaptılar. Kulaklarımızın pası silindi doğrusu.
 3 CD’si çıkmış. Kalan Müzik’den herkese öneririm alıp dinleyin. Biz ikisini aldık ve konser sonrası da imzalattık.

 

5 Mart 2014 Çarşamba

Yaşlı Adam ve Deniz - Ernest Hemingway

Yaşlı Adam ve Deniz -  Ernest Hemingway
6 Mart 2014

İnsanın umudu sayesinde nasıl ayakta kaldığını, umut tükenmedikçe hayatın ve insanlığında tükenmeyeceğini anlatan kısa ve etkileyici bir roman.
İnsanı insan yapan şey içinde yaşadığı azim ve ümittir. Yenilgi gibi görülen durumların sonunda bile o durumdan çıkarılabilecek bir kazanım mutlaka vardır.

Geriye iskeleti bile kalsa, yakalanmış bir balık, yakalanmış bir balıktır.
 
Yaşlı Adam ve Deniz, Ernest Hemingway'in Nobel Edebiyat Ödüllü eseri. Eser aynı zamanda birçok ödül de kazanmıştır. Hemingway bu hikâyeyi Küba'da yazmıştır ve hikâyenin başkahramanı Kübalı bir balıkçı olan Santiagodur.

Hemingway'in gücü, sade ve derin olmasından gelir. Doğa ile insanın mücadelesini açıkça betimler. Bir insanın neden ölünceye kadar umudunu kaybetmemesi gerektiğini şu cümlelerde gösterir:
“Çünkü insan olmak, umudunu korumak, tazelemektir. Zorluklar karşısında bir daha umut etmemecesine yılmamak, umudunu devam ettirmek için mücadele etmek, şartlar ne kadar kötü olsa da umutsuzluğa düşmemek için dayanmak, direnmek, elinde bir şey kalmasa da son yapacağın şey umut etmek gerekir.”

Yaşlı adam ve deniz, ihtiyar balıkçı Santiago'nun bütün olumsuzluklara rağmen umudunu yitirmeyişini konu alır. Kitapta ihtiyar balıkçı, seksen dört gündür para getiren hiçbir balık yakalayamamış, diğer balıkçıların alay konusu olmuştur. Santiago'nun talihsizliği yüzünden yanından ayrılmak zorunda kalan Manolin ihtiyarın her zor anında yanındadır ve onun bir gün büyük bir balık yakalayacağına sonsuz inanmaktadır. Seksen beşinci günün uğuruna inanarak okyanusa açılır ve büyük bir kılıç balığı yakalar. 5 gün boyunca kılıç balığı ile okyanusta kalan Santiago'nun hikayesidir bu kitap.
Santiago, yaşlı, hasta, güçsüz ve fakirdir ama umut ederek elinden gelen her şeyi yapar. Tam "Başardım." dediği anda tüm hayali gözleri önünde parçalanır. Balık, onun umudu, kısmeti, yemeği, ünü, şanı, arkadaşı aslında kendisidir.
Kitabın sonunda Santiago 6 metrelik bir kılıç balığıyla gelir ama artık sadece iskeleti kalmıştır.
Umut etmek güzel, başarmak daha güzel ama başarı, kazanç sağlayınca bir şey ifade ediyor.

3 Mart 2014 Pazartesi

Şarap Rengi Deniz - Leonardo Sciascia


Şarap Rengi Deniz - Leonardo Sciascia

3 Mart 2014

Sicilya'nın karanlık yüzünü ince bir mizah ile anlatmış. Kokuşmuş adalet sistemi, Mafya'nın suskunluk yasası omerta, Amerikan rüyası, şüphe, korku, çaresizlik ile yüklü eser bir kaç yüzyıla yayılan Sicilya tarihi gibi.

“Şarap rengi denizde varabilmen için yurduna, / güzel kurbanlar sunmalıydın yola çıkmadan / hem Zeus’a, hem öbür tanrılara…”

İtalyan edebiyatının en çarpıcı kalemlerinden Leonardo Sciascia gününün Sicilya’sını toprak ağası zenginlerinin umursamazlığı, yoksullarının çaresizliği, mafyanın amansızlığıyla, insanları ve toplumuyla görüntüleyerek, bilgece buruk bir gülümsemeyle irdelerken tarihsel boyutu hiç gözden kaçırmıyor.
Sicilya’yı Sciascia’dan dinlemek, bu eski uygarlık adasını, açıkça dile getirilmediği anlarda bile, tarihsel derinliğiyle izlemek, hatta duyumsamak anlamına geliyor.
Şarap Rengi Deniz, Leonardo Sciascia’nın kıvrak, şaşırtıcı anlatımından aşk, inanç, kurnazlık, şüphe, kıskançlık, umursamazlık, masumiyet ve öç alma duygusuyla örülü traji-komik hikâyeler içeriyor.

13 Şubat 2014 Perşembe

BAĞZI ŞEYLERE ÖYKÜLER”: 28 YAZARDAN GEZI PARKI ÖYKÜLERI


BAĞZI ŞEYLERE ÖYKÜLER”: 28 YAZARDAN GEZI PARKI ÖYKÜLERI
 Kadir Yüksel

13 Şubat 2013

Birbirinden güzel öykülerle Gezi direnişinin anlatıldığı bu kitabı okurken Ankara’da destek için yaptıklarımızı hatırladım. Şu anda bunun bedelini ödüyor olsam da, daha büyük bedel ödeyenlerini hatta gececik yaşta yaşamlarını yitirenleri düşündükçe üzülüyorum. Ama bedel ödemek bir yana bütün bu olaylara sessiz kalanları gördükçe onlar adına utanıyorum.

 

2013 yılı Mayıs ayının son günlerinde Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesimine, şehrin merkezinde kalan son yeşil alanların da betonlaşmasına karşı mücadele eden bir avuç insanın sesini önce tüm ülke sonra da dünya duydu. Birken bin, binken on binler yüz binler milyonlar oldular. ‘Kahrolsun bağzı şeyler’ diyerek şiddet içermeyen, benzersiz ve önemli bir kitle hareketine dönüştüler. Bu hareketi, bu sesi edebiyatçıların duymaması elbette beklenemezdi. Onlar da yaşananları öyküleştirdiler. Bunun neticesinde de, Kadir Yüksel’in hazırladığı, ‘28 Yazardan Gezi Parkı Öyküleri’ alt başlığıyla sunulan Bağzı Şeylere Öyküler isimli derleme kitap ortaya çıktı. Kadir Yüksel giriş yazısında, “Sokakta yazılan öykülere öykücülerin ses vermesi, el uzatmasıdır bu derleme. Ses vermenin, el tutmanın, sıcaklığı edebiyatın da sıcaklığıdır…” diyerek derlemenin amacını açıklamış ve asıl öyküyü sokaktaki gençlerin yazdığını da eklemiş

Gezi Direnişi” kuşkusuz, bu topraklarda yaşanmış en önemli toplumsal hareketlerden biridir. Mayıs ayının son günlerinde kıvılcımlanan, antidemokratik ve dayatmacı uygulamalarla felce uğratılmış bir toplumun üzerindeki ölü toprağını kaldıran direniş, siyasal ve toplumsal açıdan kimsenin tahmin edemeyeceği bir aşamaya ulaştı. Böyle bir sürece tarihsel olarak tanıklık edebilecek, yol gösterebilecek sanat yapıtlarının varlığı her zamankinden daha fazla önem kazanıyor. 28 öykücünün kaleminden derlenen “Bağzı Şeylere Öyküler”, Gezi Direnişi’nin farklı boyutlarına odaklanmakla birlikte, sanatçının önünde açılan olanakların da göz ardı edilmemesi gerektiğini müjdeliyor. -

 

MENEKŞE’DEN ÖNCE - BAŞKA ÇARŞAMBA BELGESEL FİLM


BAŞKA SİNEMA – BAŞKA ÇARŞAMBA BELGESEL FİLM

MENEKŞE’DEN ÖNCE                  12 Şubat 2014 Metrocity

Yöneten : Soner Yalçın   Müzik : Fazıl Say

Gerçek görüntüler eşliğinde ve Fazıl Say’ın muhteşem müziğiyle tekrar o günlere geri döndük ve yaşanan vahşeti tekrar lanetledik.


2 Temmuz 1993’te, köktendinciler tarafından, aydın ve sanatçılara karşı gerçekleştirilen Sivas katliamında, 12 yaşındaki oğlu Koray’ı ve 15 yaşındaki kızı Menekşe’yi kaybeden Hüsne Kaya, hayata tutunabilmek için yine Menekşe adını verdiği bir evlat dünyaya getirir. Menekşe büyüyünce, hiç görmediği abla ve ağabeyini yakından tanımak, yaşananları öğrenmek ister. Menekşe’nin, yazar Lütfiye Aydın’ın, katliamı anlattığı kitabıyla başlayan bilgiye yolculuğu; katliamdan kurtulanları ve olayın tanıklarını tek tek ziyaret etmesiyle devam ederken, izleyiciyi de yaşanan vahşetle yüzleşmeye götürür.

10 Şubat 2014 Pazartesi

ARABA SEVDASI - RECAİZADE MAHMUT EKREM

Araba Sevdası Recaizade Mahmut Ekrem
10.02.2014


Kendi kültürüne yabancılaşmış bir gencin, Mirasyedi Bihruz Beyin hikayesi. Kitaptaki Fransızcalar nedeniyle okumakta hayli zorlandım.
Bihruz Beyin dünyası, okuduğu Batılı romantik şair ve yazarların etkisiyle inşa ettiği gerçek dışı bir dünyadır.
Romanda kendi öz değer yargılarından koparak bilinçsiz bir şekilde batılılaşmaya çalışan dejenere olmuş bir toplumu ve bu toplumun düştüğü traji komik durumu başarıyla işlenmiş.


YAZAR HAKKINDA Recaizade Mahmut EKREM; “Araba Sevdası” romanıyla Türk roman tarihimizde, romantizmden realizme geçen ilk romancımız ünvanını kazanır. Tanzimat edebiyatımızın en önemli şairleri ve yazarları arasındadır. İsatnbul’da Vaniköy’de doğdu (1 Mart 1847), Takvimhane Nazırı Recai Efendinin oğludur. İlk öğrenmini, zamanın bilim ve sanat adamlarından olan, babasından aldı. Beyzıt Rüştüyesi’nde Harbiye İdadisi’nde okudu. Hariciye nezareti Mektubi Kalemine memur olarak girdi (1862). Fransızcasını iyice geliştirdi. Namık Kemal’le tanıştı; eski şiirden vazgeçip Batı edebiyatına yöneldi. “Tasvir-i Efkar” gazetesine yazmıya başladı. Namık Kemal Avrupa’ya kaçarken gazatenin idaresini ona bıraktı (1867). Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu (1877); Mekteb-i Mülkiye’de, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) de edebiyat öğretmenliği yaptı (1880-1887) ve Maarif Nazırlığında bulundu (1908). Ayan Meclisi’ne (Senatoya) seçildikten bir süre sonra öldü (31 Ocak); vasiyeti üzerine, Küçüksu’da oğlu Nijad’ın yanına gömüldü (1914).
Reacaizade Mahmut Ekrem; şiir, eleştiri, hatıra, çeviri, inceleme, hikaye, roman, tiyatro alanında 25’i aşkın eser vermiştir. En tanınmışları: Afife Anjelik (piyes, 1870); Yadigar-ı Şebap (Gençlik Hatırası, şiirler, 1872); Atala (çeviri roman, 1872); Vuslat-yahut-süreksiz Sevinç (piyes, 1875); Talim-I Edebiyat (edebiyat bilgileri, 1879); Zemzeme (şiirler, 3 cilt, 1882-85); Takdir-i “Elhan” (eleştiri, 1886); Muhsin Bey (hikaye, 1890); Pejmürde (şiirler, 1893); Şemsa (hikaye, 1893); Araba Sevdası (roman, 1896); Nijat Ekrem (mensur, manzum şiirler, anılar, 1911); Çok Bilen Çok Yanılır (piyes, 1914).


SEN DE GİTME TRİYANDAFİLİS - AYLA KUTLU



Sen De Gitme Triyandafilis Ayla Kutlu
31 Ocak 2014



"Sen de Gitme Triyandafilis", düşsel güzelliklerle kurulmuş dokuz öyküyü içeriyor. Çoğunlukla kadınları konu alan öykülerini sunuyor yazar. Öykülerin hepsi şimdi de yaşanan öykülerden. Zaman ilerliyor ama değişen bir şey yok. Töre ve namus cinayetleri, kadına şiddet her zaman vardı ve var olmaya devam ediyor. Acaba neden?




5 Şubat 2014 Çarşamba


KIRIK ÇEMBER  
   Başka Sinema – Beyoğlu Pera Sineması
Yönetmen : Felix Van Groeningen      Oyuncular : Johan Heldenbergh, Veerle Baetens, Nell CAttrysse
4 Şubat 2014 21:30  İstanbul

Birbirine zıt iki karakterin birbirlerine ilk görüşte aşık olmasının hikayesi. Yani Elise ve Didier’nin hikayesi.
Didier içine dönük, yalnız ve romantik bir ateist. Aynı zamanda müzisyen Banjo çalıyor. , Elise ise konuşkan, çılgın, hakikati tercih eden bir dindar. Dövmecilik yapıyor ve  her yanında dövmeler var. ( İnanç ve dövme ?????)

Kızları, ölümcül bir hastalığa yakalanıyor ve çember işte o zaman kırılıyor, çiftin rüya gibi ilişkileri yaralayıcı bir testten geçiyor.
Film boyunca İlişkinin farklı dönemlerine gidip geliyoruz.

Tam benim hayalimi kurduğum bir çiftlik evinde geçiyor.
Müzikler çok çok iyi. Müzikler Country müziğin alt türü olan bluegrass (banjo ve keman kullanımıyla farklılaşıyormuş) türüymüş.

Finaldeki veda sahnesi ise çıkışta gözlerin nemlenmesinin en önemli nedeni olsa gerek.
Ana temalardan birisi : Kontrolünüzü kaybettiğinizde kendinize ve sevdiklerinize zarar verirsiniz…

 Bir Görüş:
Kırık Çember’in hikayesi karakter çatışmasına uygun zemin oluşturacak şekilde yazılmış. Kızlarının kansere yakalanması Didier ve Elise’in mutlu giden birlikteliklerinin üzerine bir karabasan gibi çöküp ikisini de yıpratıyor. Ancak, umutla kenetlenen karakterlerimizi daha zor günler bekliyor. Bir noktadan sonra birbirlerini suçlamaya başlıyorlar ama Didier’in ateist, Elise’in inançlı olması bu ilişkiyi çıkmaza sokuyor. Tanıştıklarında Elise’e Amerika hayranlığından, Amerikan Rüyası’ndan bahseden Didier, gün gelip de çocuklarının iyileşmesinin önüne ket vuranın muhafazakar düşünce yapısının ve dolayısıyla da Amerika’nın olduğunu fark ettiğinde haklı olarak isyan ediyor. Didier’in filmin son bölümüne denk gelen ve kendisi için bir tür boşalma anlamına da gelen etkileyici tiradı, frenleri patlayıp yokuş aşağı giden bir aracı anımsatıyor. Kontrolünüzü kaybettiğinizde kendinize ve sevdiklerinize zarar verirsiniz…

Yönetmen Groeningen, Didier karakteri üzerinden az önce bahsettiğimiz düşünce yapısını eleştirme fırsatını iyi değerlendiriyor. Hikayeye yedirilen Amerikan hayranı bir karakter, 11 Eylül saldırısına yapılan atıf ve aile için umutların yitirilişinde yapılan Amerika vurgusu, ana hikayeyi besleyen unsurlar diyebiliriz. Groeningen, hayat ve ölüm üzerine düşündüren bir dramla kariyerinde önemli bir adım daha atıyor. Duygu sömürüsüne kaçmadan meselesini anlatmabilmesiyle de takdirimizi kazanyor.

24 Ocak 2014 Cuma

ARYA VE ROMANSLAR (NİNA BOZKURT – LÜDMİLA İLYINIH)

ARYA VE ROMANSLAR
NİNA BOZKURT – LÜDMİLA İLYINIH
23 OCAK 2014 CKM İSTANBUL



Caddebostan Kültür Merkezinde bir ücretsiz etkinlik daha. Bu sefer 120 kişilik küçük salonda. 1 hafta önceden davetiye dağıtılmış ve kalmamış ama Cemil-İsmet ve Ferda erken girip oturdukları için kimse kaldırmaya cesaret edemedi ve ikinci sıradan rahat bir şekilde dinledik.
Güzel sayılabilecek bir konserdi. Bach, Mozart, Scopen, Schuman, Bizet gibi bir çok ünlü besteciden seçilmiş güzel arya ve romanslardı.


Arya: opera eserinde, solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan şarkı. Üç bölümlü şarkı formundan oluşan eşlikli solo ses yazılmış sahne şarkısıdır. Aryalar opera ve oratoryo gibi sahne eserlerinde yer alan eserin akışında bulunan duygusal yükselişi destekler.


Romans : duygulu ve dokunaklı şiirden esinli parça başlık adı, çoğunlukla küçük şarkı (sözsüz).


22 Ocak 2014 Çarşamba

Bilinmeyen Bir Tanrıya - John Steinbeck

Bilinmeyen Bir Tanrıya - John Steinbeck
22 Ocak 2014 İstanbul


Topraklarının aileye yetmediğini düşünerek babasının karşı çıkmasına rağmen yeni topraklara giden ve oraya yerleşen, sonrasında babasının ölüm haberini aldığında bunu kabullenmekte zorlanıp babasının ruhunun tarladaki bir ulu ağaçta yaşadığına inanan ve onunla konuşan Joseph’in öyküsü.

Babasının ölümünden sonra kardeşleri de yanına geliyor ve uzun yıllar mutlu bir şekilde geçiyor. Kardeşi Joseph’in ağaca taptığını düşünerek ağaca zarar veriyor ve ağaç ölmeye başlıyor. Bundan sonra işler ters gitmeye başlıyor. Topraklardaki kuraklık yeniden başlayınca işler değişiyor ve herkes birer birer ayrılıyor. Sonunda Joseph yalnız kalıyor.

Kuraklık, canlıların yok oluşu uzun tasvirlerle anlatılıyor. Sonunda Joseph kendini kurban ediyor ve yağmurlar yeniden başlıyor.


17 Ocak 2014 Cuma

DÜNYANIN SONUNDAKİ DÜNYA – LUIS SEPULVEDA

DÜNYANIN SONUNDAKİ DÜNYA – LUIS SEPULVEDA
16 Ocak 2013 İstanbul


Green Peace (Yeşil Barış) ın savunucu yazar bu kitapta 'Moby Dick'i, okuduktan sonra balina avına katılan on altı yaşında bir yeniyetmenin öyküsünü anlatıyor.

Bir Japon balina gemisi, Patagonya'nın en güney ucunda tuhaf bir kaza yapıyor. Hamburg'da sürgün yaşayan Şilili bir gazeteci, bu konuda bir araştırmaya girişiyor ve bu sırada Antartika'nın ve yabanıl doğasının aşağı, sıradışı yalın insanlarıyla karşılaşıyor.

Dünyanın sonundaki Dünya tam anlamıyla bir çevre romanı, çevreci bir roman.



16 Ocak 2014 Perşembe

NAZIM HİKMET’İ ANMA GECESİ

NAZIM HİKMET’İ ANMA GECESİ
15 Ocak 2014 Kozyatağı Kültür Merkezi – Kadıköy

112.Doğum gününde büyük şair içim hem Beşiktaş hem Kadıköy Belediyesinin aynı saatlerde etkinliği vardı. Biz Cemil, İsmet ve Ben Kadıköy’dekini tercih ettik.
Zafer Diper’in sunumuyla ve şiirleriyle başlayan gece Afşar Timuçin’in Nazım’ı, sanatını ve şiirlerini anlatan bir konuşmasıyla başladı. Çok uzun olmayan ve güzel analizleri olan bir konuşmaydı. Nazım’ın neden dünya şairi olduğunu anlattı.

Sonrasında bir belgesel eşliğinde Zafer Diper’den şiirler dinledik. 2.Dünya Savaşı görüntüleri eşliğine Taranta BAbu’ya Mektuplar ve Kız Çocuğu en çarpıcılarıydı.

İkinci bölümde sahnede güzel bir Orkestra (Orkestra Nokta) ve Duygu vardı. Duygu Koç güzel bir sesi var ve Nazım Şiirlerinden besteleri seslendirdi. Çok güzel ve etkileyiciydi. Ceviz Ağacı, Yiğidim Aslanım, Karlı Kayın Ormanında, Kız Çocuğu ve finalde güzel günler göreceğiz çocuklar güneşli güzel günler göreceğiz vardı. Hep birlikte 3 kez bu parçayı söyledik. Umarım yakın gelecekte “Güneşli Güzel Günler Görürüz”.


HOŞGÖR KÖFTECİSİ - ORHAN VELİ

HOŞGÖR KÖFTECİSİ - ORHAN VELİ
15 Ocak 2014 İstanbul


Orhan Veli'yi sadece şair olarak bilirdim, olduğu gibi, içinden geldiği gibi, "garip" şiirler yazan bir şair. Ama Orhan Veli yalnızca şair değilmiş, öykü de yazmış zamanında. Bu az sayıda kısa öykülerini Hoşgör Köftecisi adlı ince bir kitapta toplamışlar.

Kitapta Orhan Veli'ye ait altı öykü var. Hepsi de şiirleri gibi hayatın içinden. Sıradan bir günden arda kalan küçük notlardan yazılmış izlenimi veren küçük öyküler. Kitabın sonunda çevirisini yaptığı minik bir aşk hikayesi ve kendisiyle yapılmış bir söyleşi de yer almakta.

Öykülerden güzel bir alıntı:

“Bu beş lirayla pekâlâ karnımı doyurabilir, ısınabilir, giyinebilir, dünyanın parasız olan bütün nimetlerinden faydalanabilirim. Gökyüzünün parlaklığı, denizin mavisi, ağaçların yeşili, toprağın sıcaklığı, suların sesi, havada uçan kuşlar, rüzgârın getirdiği çiçek kokuları….”

Orhan Veli sanatla edebiyatı birbirinden ayırdığını söyler. Şiiri sanata sokar, öyküyü ise roman ve tiyatro ile birlikte edebiyata. Orhan Veli, “Fikir sanatta yer alamıyor. Ama edebiyat fikre dayanıyor” diye açıklar edebiyatla sanatın farkını. “Bu itibarla edebiyatın halk kitlelerine bir şeyler söylemesi lazım. Okur- yazarları halka doğru götüren bir edebiyat isterim. Yani edebiyatın çoğunluğa hitap etmesini istiyorum. Çoğunluk okuyup anlamalıdır. Anlayabilmesi için de edebiyatta kendi meselelerinden bahsedilmesi lazım. Bugünkü dünyada, çoğunluğu fakir halk teşkil ediyor. Demek ki edebiyat da onların edebiyatı olacaktır.”
Bu tanımı burada bırakmaz Orhan Veli, öykü yazarının neler yapması gerektiğini de açıklar: “Kahramanını onun içinden seçecek, hayatını o hayatın içinden alacak ve ara sıra onun meselesinden bahsedecektir. Biz de bu telakkide (anlayışta) bir edebiyat üzerinde çalışanlar var.” Orhan Veli bu konuşmayı 1947 yılında yapmış. Ve bizim sonradan toplumsal gerçekçi ve toplumcu dediğimiz öyküleri yeterli bulmuyor. Bu konuda yazmaya başlayacakların daha iyi şeyler yazacağı inancında. Bunun ilk koşulununsa, dilin, konuşma dilinden yararlanarak zenginleşmesi olduğunu dile getiriyor. (Dili, kurumların değil yazarların ve şairlerin zenginleştirebileceğine inanıyor.)

14 Ocak 2014 Salı

SANATÇILAR PARKI VE NAZIM HİKMET ANITI

SANATÇILAR PARKI VE NAZIM HİKMET ANITI
14 Ocak 2014 Akatlar -İSTANBUL

Mehmet Aksoy'un ucube! lerinden birisi Beşiktaş-Akatlar'da Sanatçılar Parkında yarın açılacak.
Ben bir gün öncesinden gidip hem parkı hem de anıtı görmek istedim.
Öğlen yemeğinden elime krokiyi alarak yürüyüşe başladım. YAkın görülüyordu ama epeyce yol varmış. Önce Akatlar Kültür Merkezini buldum ve merkezi gezdim. Küçük ama güzel bir salonu ve resim galerisi var.
Oradan az ileride Sanatçılar parkı var. Güzel bir park, sanatçıların büstleri ve el izleri ayrı bir renk katmış. Yürüyüş yolu ve Sanatçı Kafe'si olan parkın üst girişinde, caddeden de görülebilecek bir yere konulmuş anıt muhteşem güzellikte.
Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un yaptığı yeni bir Nâzım Hikmet anıtı, şairin 112. doğum yıl dönümünde 15 Ocak 2014'de açılacak. Nâzım Hikmet Vakfının girişimleriyle gerçekleşen anıt “İki Kıtaya Nâzım Hikmet Köprüsü” adını taşıyor.

Sanatçı Mehmet Aksoy; Nâzım Hikmet Anıtı’nı, Asya ve Avrupa’yı birleştiren bir kültür köprüsü olarak tasarlamış. Anıtta yer alan Nâzım Hikmet’in başındaki boşluk İstanbul, İstanbul Boğazı ile tamamlanıyor ve Nâzım Hikmet İstanbul’la bütünleşiyor

https://plus.google.com/u/0/photos?tab=cq#photos/116748745170315433722/albums/5968750851356748209


SABAHATTİN ALİ’DEN HİKÂYELER DİNLETİSİ

Gece Kapladı Her Yeri
SABAHATTİN ALİ’DEN HİKÂYELER

13 Ocak 2014 20:00 İş Sanat - İstanbul

ATİLLA BİRKİYE metni düzenleyen SERDAR YALÇIN müzik yönetmeni ve piyano
MEHMET BİRKİYE sahneye uygulayan TİLBE SARAN, METİN BELGİN, BÜLENT EMİN YARAR, HAKAN GERÇEK hikâyeleri okuyanlar
DENİZ ERDOĞAN LİKOS mezzo-soprano SEDA SUBAŞI keman GÜRHAN ETEKE klarnet

Gece Kapladı Her Yeri adlı dinletide, Sabahattin Ali’nin “Hanenda Melek”, “Gramofon Avrat” ve “Hasanboğuldu” adlı hikâyeleri, Serdar Yalçın’ın besteleri eşliğinde ve eski bir radyo kayıt stüdyosunun canlandırıldığı sahne düzeninde şarkılarla birlikte seslendiriliyor.

Sabahattin Ali (1907-1948), modern hikâyemizin kurucularından ve toplumcu gerçekçi edebiyatın ilk temsilcilerindendir. Acımasız bir cinayete kurban gitmiş, bu cinayet hâlâ aydınlanmamıştır. Öldürülüşünün 66. yılında büyük yazarımızı saygıyla anıyoruz.

Bu etkinliğe gelirken bir hikaye okumasının nasıl olacağı konusunda merakım vardı, sıkıcı olur diye düşünüyordum. Ama hikayeler S.Ali’den olunca ve okuyan seslerde çok güçlü sesler olunca yanıldığımı anladım. Çok güzel 3 hikaye çok güzel kurgulanmış ve müziklerle renk katılmış bir dinleti oldu. Mezzo-soprano Deniz Erdoğan’ın güzel sesiyle katkısı da ayrı bir renk kattı.

İş Sanat’ın hem şiir dinletileri hem de bu hikaye okumaları burada kaldığım sürece kaçırılmayacaklar listemde yer alıyor.

İsmet, Cemil ve Ferda ile güzel etkinliklere gitmeye devam ediyoruz.

13 Ocak 2014 Pazartesi

Kardeşim Deniz Kardeşim Rüzgar - Jose Mauro de Vasconcelos

Kardeşim Deniz Kardeşim Rüzgar - Jose Mauro de Vasconcelos
10 Ocak 2014

Çingene soyundan gelen kimsesiz Chicao’nun öyküsü.
Chiao’nun hikayesini kitap boyunca yazarın muhteşem anlatımıyla adeta yaşıyorsunuz.
Chiao’nun kuraklık yüzünden göç ederken yaşadığı susuzluğu anlatışı bende kana kana su içme ihtiyacı hissettirdi.
Macao'daki tuz tarlalarını anlattıkça gözlerim kamaştı. Tuzdan tenim yanıyor hissettim.
Yazar romanda Radoça Limanında erkekleri aşkla bekleyen kadınları, yanık tenli ,çıplak ayaklı gemicileri adeta yaşatıyor.
Trajik sonda ise gözyaşlarını tutamıyorsun.

Şeker Portakalı adlı romanıyla ülkemizde yediden yetmişe herkesin sevgilisi olan Brezilaylı ünlü yazar Jose Mauro de Vasconcelos'dan bir roman daha. Romanın başkişisi, damarlarında Çingene kanı taşıyan yetim Chicao'dur. Brezilya'nın kıraçlarında büyüyen Chicao, rüzgarı ve denizi kardeşi bilir. Ateşli, güzel Joaninha'nın sevgilisi ve o kıyının en güçlü erkeği olur. Okuyunca siz de göreceksiniz, Vasconcelos, yine o her zamanki yalın, şiir dolu, sokulgan anlatımıyla, özsuyunu doğadan alan, sevgi ve özlem dolu, yaşamın içinden sürüp gelen bir roman daha yaratıyor. Bu romanda rüzgar canlanır, ışık ve müzik gereçlerinin, dans adımlarının ve yürek çarpıntılarının gürültüsüne dönüşür. Anlattığı toprakları ve o toprakların insanlarını çok iyi tanıyan Vasconcelos, o insanların duygularını, düşüncelerini, o topraklara bağlılıklarını ve o topraklardan kopuşlarını, büyük bir ustalıkla yansıtıyor.


9 Ocak 2014 Perşembe

TİMUR SELÇUK DİNLETİSİ 8 Ocak 2014

TİMUR SELÇUK DİNLETİSİ
8 Ocak 2014- CKM İstanbul
“MÜNİR NURETTİN SELÇUK ANISINA”


Timur Selçuk’un “Babamın Şarkıları, Benim Şarkılarım…” temasıyla verdiği Kadıköy Belediyesinin ücretsiz bir etkinliğiydi.
Bağdat Caddesi üzerinde bulunan CKM (Caddebostan Kültür Merkezi)’nin Büyük salonundaki konsere ilgide büyüktü. Birçok kişi ayakta, merdivenlerde ve sahne önünde izledi ve birçoğu da geri dönmek zorunda kaldı. Cemil ve İsmet bey erken gidebildikleri için Yaşar ile bana da yer ayırmışlardı ve bu yüzden güzel bir yerden ve oturarak bu güzel konseri dinleyebildik.
Başlangıçta ayakta kalanların ufak tefek protestolarına Kadıköy Belediye Başkanı yatıştırıcı cevaplar verdi ve konser başlayabildi. Timur Selçuk 70 yaşına gelmiş olmasına rağmen oldukça genç ve yakışıklı görülüyor.
İlk bölümde babası Münir Nurettin Selçuk’a ait sevilen Türk Müziği eserlerini kızı Hazal Selçuk ile birlikte seslendirdi. Her ikisinin de sesleri ve tarzları bu müziğe pek uymasa da güzel bir dinleti oldu. Timur Selçuk’un aralara serpiştirdiği espriler, kadınlara övgü ve erkeklere hakaretler, iktidara dokundurmalar ayrı bir renk kattı.
Hazal Selçuk bence babasını geçecek gibi görülüyor. Sesi ve yorumu oldukça güzel.
Diğer kızı Mercan Selçuk’da yer yer danslarıyla etkinliğe katıldı. O da başarılı bir bale sanatçısı olmuş.
İki kızıyla aynı sahneyi paylaşıp babası/dedeleri için yapılan anma gecesinde sahne almak çok güzel bir duygu olsa gerek.
Verilen arada yerimi kaptırırım korkusuyla kimse dışarı bile çıkmadı. İkinci bölümde artık Timur Selçuk kendi şarkılarını kızıyla okumaya başladı. Finalde İspanyol Meyhanesi vardı ve dans eşliğindeki bu gösteri muhteşemdi. Etkinlik 23:30’da tamamlandı ve aceleyle metroya yetişmek için koşturarak yola koyulduk.

Bu arada biraz da salondan bahsetmek gerekiyor. Mekan Bağdat Caddesinin üzerinde 4 katlı, oldukça modern bir yer. Belediyenin mekanlarının yanısıra sinemalar ve kafelerde var. İki küçük ve bir büyük salonda belediyenin etkinlikleri yapılıyor. Ankara'da bu ölçekte bir merkez maalesef yok. Sanırım kendi masraflarını da kiralardan karşılayan bir merkez. YAni belediyeye bir masrafı da yok hatta kar bile elde ediyordur. Salonlarda herşeyiyle oldukça güzel.


7 Ocak 2014 Salı

YILANI ÖLDÜRSELER - YAŞAR KEMAL

YILANI ÖLDÜRSELER - YAŞAR KEMAL
7 Ocak 2014 İstanbul


Aile onuru uğruna akrabaları ve köylülerin baskısıyla annesini öldürmek zorunda kalan Hasan’ın hikayesi. Anadolu'nun töre konusundaki bağnazlığını Yaşar Kemal çok güzel anlatmış.
Toplumsal cinnetin bir çocuğu katil olmaya sürüklemesinin romanı Yılanı Öldürseler kurban kavramına odaklanır. Dokuz yaşında işlediği cinayeti hiçbir zaman aklı almayacak, kabullenmeyecek ve anlamlandıramayacaktır Hasan.


6 Ocak 2014 Pazartesi

AĞRI DAĞI EFSANESİ – YAŞAR KEMAL

AĞRI DAĞI EFSANESİ – YAŞAR KEMAL
3 Ocak 2014


Sevdanın, korkunun, hırsın, şüphenin, efsanenin, zulmün romanı.

Kendi kızına bile her türlü kötülüğü yapabilecek bir Han’ın bir inat uğruna başlattığı ve korkudan dolayı geri adım attığı bir efsane. Ağrı dağının güzelliğini tam bir Yaşar Kemal tarzında hissedebiliyorsunuz. Aynı zamanda insanların sıcaklığını hissettiriyor usta yazar.

Geleneklerini Han’a karşı savunan iki aşığın hikayesi

Yaşar Kemal Ağrı Dağı Efsanesinde Halk Edebiyatından geniş ölçüde yararlanmıştır. Hikayede at, kutsal meşe ağacı, demirci gibi destansı; sofi, kervan şeyhi, paşanın kızını vermek için Ahmet ‘in dağın doruğuna çıkıp ateş yakması gibi hikaye ve masal motifleri yer almaktadır.


2 Ocak 2014 Perşembe

ANISH KAPOOR İSTANBUL’DA

ANISH KAPOOR İSTANBUL’DA
SABANCI MÜZESİ 28 Aralık 2013 Cumartesi


Dünyanın önde gelen Çağdaş Sanatçılarından İngiliz Anish Kapoor’un Türkiye’deki ilk sergisi gerçekten büyüleyici.
Tonlarca ağırlıktaki kaya ve mermer kütlelerini nasıl birer sanat eserine çevirdiğine hayran olmamak mümkün değil.
Nilüfer ile birlikte gidişimiz biraz yorucu ve uzun oldu ama her şeye değdi diyebilirim.


1954 Mumbai doğumlu olan Anish Kapoor, 1970’li yıllardan bu yana sanat eğitimi için gittiği İngiltere’de yaşıyor. Londra’da Hornsey College of Art ve Chelsea School of Art and Design’da sanat eğitimi goren sanatçı, bugün Kraliyet Akademisi üyesi ve Britanya İmparatorluk Nişanı sahibi. Kapoor, 1970’lerin sonunda ziyaret ettiği anavatanı Hindistan’da gördüğü boya pigmentlerinden etkilenerek yaptığı ‘pigment heykelleri’ ile dikkat çekti. 1980’lerden itibaren Yeni İngiliz Sanatı adı altında anılmaya başlayan ve Tony Cragg, Richard Deacon, Bill Woodrow gibi sanatçılardan oluşan grup içinde anıldı. 1990’da Venedik Bienali’nde, 1992’de Documenta’da İngiltere’yi temsil eden Kapoor, 1991 yılında aldığı Turner ödülü’yle İngiliz sanat ortamının önde gelen sanatçılarından biri haline geldi. 1990’lı yıllardan itibaren malzeme dağarcığını büyük ölçüde genişleten ve yeni endüstriyel teknolojilerin kullanımını gerektiren büyük boyutlu projelere yönelen Kapoor’un İngiltere’de gerçekleştirdiği en dikkat çekici işler arasında, 2002 yılında Unilever Serisi kapsamında Tate Modern’de gerçekleştirdiği “Marsyas” heykeliyle, 2012’de Londra Olimpiyatları sırasında gerçekleştirdiği Olimpiyat Kulesi “Arcelor Mittal Orbit” yer aldı.
1990’lardan 2000’li yıllara uzanan süreçte dünya çapında birçok sergi gerçekleştiren Anish Kapoor’un dikkat çeken büyük boyutlu projeleri arasında, Kunsthaus Bregenz’de 20 tonluk kırmızı vazelin ve mumdan oluşan heykeli “Benim Kırmızı Yurdum” (2003), Chicago’daki Millennium Park’ta 110 tonluk paslanmaz çelik heykeli “Bulut Geçit” (2004), Viyana’da Museum fur Angewandte Kunst’ta ve Londra’da Royal Academy’de “Köşeye Ateş Etmek” enstalasyonu (2009) ve Paris Grand Palais’de sergilediği “Leviathan” heykeli bulunur.